
Sarsıcı Teoriye Göre Doğa Kanunları Diğer Gezegenlerde Yaşamı Kaçınılmaz Kılıyor
Teorik fizikçi ve süper deha Stephen Hawking’e göre:
‘İnsan ırkı yüz milyarca galaksinin arasında, orta düzey bir yıldızın etrafında dönen orta ölçekli bir gezegende yaşayan kimyasal bir köpükten başka bir şey değil.’
Aslında birçok modern bilim adamına göre, eğer evrenin kasetini geriye sarsak ve tekrar oynatsak asla ortaya çıkmayacak tamamen “tesadüften’ başka bir şey değiliz. Fakat eğer bu tamamen yanlışsa ne olurdu? Eğer hayat basit istatiksel sapmadan ibaret değil de bunun yerine fizik ve kimya yasalarının kaçınılmaz bir sonucuysa ne olurdu?
Kesin olarak çok iyi tanımlanmış fizik prensiplerini esas alan biyolojik hayatın ‘kozmik bir zorunluluk’ olduğu fikri, hayatın kökeni ile ilgili yeni bir teoriye açık destek sağlar. Diğer bir deyişle, organik yaşam bir şekilde ortaya çıkmalıydı. Eğer böyle bir teori doğruysa, bu evrende hayatın yaygın olduğu anlamına gelir.
Ve eğer durum buysa, Dünya Dışı Uygarlıkların varlığı hakkında fikir öne sürmeyi sevenler için, evrende bir yerlerde duygusal varlıkların olabileceği fikri hiç de garip gelmeyecek ve bu da o insanları sevindirecektir. Bu noktada bunu hesaplamak ne kadar zor olsa da uygun bir mesafede bir yıldızın etrafındaki yörüngesinde dönen, evrendeki jeokimyası ile Dünya benzeri tüm gezegenler, hayatın yeşerebileceği mükemmel birer aday olabilir. Ve bir kere kendini kopyalayabilen (ya da kendini yenileyebilen) yaşam evrimleşirse, sinir sisteminin bileşenleri ortaya çıkmadan önce, bu sadece bir an meselesi olabilir.
Yine de gözlenebilir kozmozda akıllı yaşama dair küçük de olsa bir kanıt olmadığı sürece, duygusal varlık arayışı, bir otçunun kafayı bulmuşken gördüğü rüyalardan, tüm dünyadaki komplo teoricilerinden ve romantik kozmologlardan çok farklı olmayacaktır.
Fakat bilin bakalım ne oldu? Bahsettiğimiz, ihtiyaç duyduğumuz bu küçük kanıt bulunmuş olabilir. Bazı gökbilimciler uzun süredir bu gizemli olay için daha az sansasyonel, daha makul (?!) açıklamaların arkasına sığınıyor olsalar dahi, yeni kanıtlar bulundukça bu tarz iddialar süratle her geçen gün biraz daha çürütülüyor.
‘Tabby’yle Tanışın: Bilim Adamlarının Dünya Dışı Uygarlıkların Var Olduğunu Tahmin Ettikleri Uzak Yıldız
Geçen yılın sonlarında, adını onu keşfeden Tabetha Boyajian’dan alan ‘Tabby‘, ya da KIC 8462852, hakkında bir takım yeni hıkayeler yazıldı. Bu yıldız gökbilimciler camiasını resmen sallıyordu, çünkü NASA‘nın Kepler Uzay Teleskopuyla topladığı verilere göre bu yıldızdan tuhaf aralıklarla kısık ışıklar geliyordu. Peki, bu ışık dalgalanmaları neden bu kadar tuhaftı?
Birincisi, Dünyadan 1500 ışık yılı uzaktaki bu yıldızdan gelen ışık rastgele aralıklarla kısılıyor, hafifliyordu. Bu önemli, çünkü bir yıldızın ışığının kesilmesi genellikle yörüngesini takip eden bir gezegenin ışığın önünden geçmesinden kaynaklanır. Ama eğer gerçekten sebep bu olsaydı, ışık kesilmeleri belirli aralıklarda meydana gelirdi.
İkinci dikkat çekici özellik ise, parlaklıktaki kısılmaların çok büyük derecede olması. Jupiter gibi dev bir gezegen bile, ki Jupiter bir gezegenin büyüyebileceği en yüksek kapasiteyi temsil eder, Güneş ışığının yaklaşık 1%’ini engelleyebilir. Gözlenen ışık kısılmalarının büyüklerinden bazılarında ışıkta 22%’ye varan azalma tespit edilmiştir.
Bu devasa ve düzensiz ışık değişimleri, imkânsız derecede büyük objelerin yıldızın etrafında dolandığı, yani ya pozisyon değiştirdikleri ya da sayılarının çoğaldığı anlamına gelebilir.
Meseleyi daha da kafa karıştırıcı hale getirelim. 1890 – 1989 arası çekilen uzay fotoğraflarının analizi sonucu gösteriyor ki, bu yıldızın genel parlaklığı 20% civarında azalmış. Bu yıldızlarda rastlanan bir durum değildir ve bu, yıldızın etrafında ne varsa, onun büyümekte olduğunun göstergesidir. Evet, bu yıldız konusu git gide ilginçleşiyor.
Peki, gökbilimcilere göre burada ne oluyor? Bilim adamlarının ilk olarak yapmak üzere eğitildikleri şey, basit açıklamalar aramaktır. Bu da doğa kanunları bazından düşünmelerini gerektirir. Yıldızın tuhaf ışık değişimlerinin ardından yapılan ilk açıklamalar ortaya sürüldüğü dönemde bu tarz yaklaşımlar mevcuttu, fakat yeni bulgular eklendikçe başlangıçta öne sürülen fikirler tek tek yok oldu. Bu da geriye, çok ilginç, heyecan verici ve hatta kulağa delice gelen bir yorum kalıyor bu olayla ilgili. Bu ışık sallantıları, teknolojik olarak ileride Dünya Dışı Uygarlıkların varlığının işareti.
Işıktaki tuhaf değişimler, bilim kurgu tarafından ilk akla gelen şey, bir ‘Dyson Sphere‘ olabilir. Bu, güneş panellerinden oluşan, yıldızın etrafında enerji toplama amacıyla yakın mesafeyle dolanan devasa yapıta verilen isim. Genel ışıktaki azalma, bu yapının boyutunda değişikler – çoğunlukla büyüme – olduğuna işaret edebilir. Her ne kadar bu fikir kulağa olağanüstü gelse de, birçok saygın gökbilimcinin ilgisini çekmeyi başarmıştır, başlangıçtaki raporlarda imzası bulunanlar dâhil.
Tabi ki, bu olay, bizim şu anki bilgimizle açıklamakta zorlandığımız doğal bir olay olabilir ve bu tür durumlarda tarihte çoğunlukla böyle olmuştur. Ama eğer fizik kurallarının biyolojik yaşamı şart kıldığını öğrenirsek, bu Dünya Dışı Varlıklardan içinde barındıran açıklamaların değerini artırabilir.
Bu bilimsel teori bulundu ve bu, evrenin başka yerlerinde hayat olasılıklarıyla ilgili düşüncelerimizi değiştirebilir.
Evrende Hayat Oluşumu Kaçınılmaz
Geçtiğimiz yılın başlarında haberlere konu olan hayatın-kökeni (origin-of-life) teorisi, 31 yaşındaki fizikçi ve MIT Profesörü Jeremy England‘ın bazı iş arkadaşları tarafından sıradaki Charles Darwin olarak adlandırılmasına neden oldu. Bu da hak etmesi güç bir karşılaştırmadır. Teorinin temel yapısı tamamen yeni sayılmaz aslında. Dünya’da biyolojik yaşamın, fizik kanunlarının kaçınılmaz bir sonucu olduğu iddiası 20. yüzyılın ikinci yarısında Belçikalı fizikçi Ilya Prigogine ve Amerikalı biyofizikçi Harold Morowitz tarafından da benzer bir tavırla öne sürülmüştü. England‘ı farklı kılan şey ise, onun bu sürecin nasıl işleyeceğini gösterebilecek basit bir matematik formulü bulmuş olmasıydı. Hayatın beklenmedik bir tesadüf olmadığı, kozmik bir zorunluluk olduğu düşüncesi, fiziğin en önemli prensiplerinden birine dayanmaktadır – ikinci termodinamik yasası.
İkinci termodinamik yasası kulağa karmaşık gelebilir, ama aslında altında yatan fikir gayet de basittir. Bu yasa der ki, dağıntı – kargaşanın matematiksel terimi – her zaman sabit kalmalı ya da kapalı bir sistemde büyümelidir. Kapalı bir sisteme en açık örnek bizim bütün (sadece gözlenebilen değil) evrenimizdir. Hiçbir şey içeri girmez, hiçbir şey dışarı çıkmaz ve zamanla çok daha kaotik bir ortam oluşur çünkü içerideki kargaşa sürekli büyür. Kırılan tabakalar kendi kendine geri birleşmez, sıcak şeyler soğur ve eriyen buz küpleri birden geri oluşmazlar.
Peki, eğer kargaşa sürekli büyümek durumunda ise, Dünyadaki hayatın, çok karmaşık ve düzenli olan, oluşumunu nasıl açıklarız? Bir süre, bilimi çürütmeye hevesli Yaratılışçılar, yaşamın varlığının kendisinin ikinci termodinamik yasasını yalanladığını iddia ettiler. Jeremy England‘ın hayatın-kökeni teorisine göre, hayatın varlığı ikinci termodinamik yasasını çürütmek yerine, onunla oluştuğunu gösterir.
Kargaşadan Düzen
Açıklandığı üzere, fiziğe göre kargaşa evrenin genelinde artış göstermeli, ama bu evrenin belirli bölgelerinde düzenin artamayacağı anlamına gelmez. Yaşayan organizmaların, dengeden uzak olduğu söylenen açık sistemlerdir. Böyle sistemler iç düzenini artırmak için çevreden enerji alabilir, bu sırada da bağlı olduğu kapalı sistemde kargaşayı artırabilir. Bu nedenle, komplike yaşam ikinci termodinamik yasasına aykırı değildir. Aslında tam tersine, enerji tutarak ve yayarak dağıntıyı artırmasıyla bu yasayı destekler.
England’a göre, yaşamın kargaşayı artırmada harika olması, doğada temel bir kendiliğinden organize olabilme prensibinin – bir çeşit ‘kozmik evrimin’ – göstergesi olabilir. Quanta dergisi bir yazısında England’ın teorisini kesin olarak tanımlar:
Formül, bilinen fizik baz alındığında, bir grup atomun dışsal bir enerji kaynağıyla uyarılması (güneş veya kimyasal yakıt gibi) ve bir ısı banyosuyla çevrilmesi (okyanus veya atmosfer gibi) halinde, zamanla yapısını daha çok enerji yaymak amacıyla değiştirecektir. Bu da belirli şartlar altında, madde hayatla bağlantılı anahtar fiziksel özelliklere açıkça sahiptir.
Bu formülün özü, Harold Morowitz‘in etkileyici eseri 1968 kitabı Energy Flow in Biology’de bir sözüyle güzel yakalanmıştır:
Bir sistem içindeki enerji akışı, o sistemi düzenlemek için harekete geçer.’
Sistemin düzeninde artışın onun kargaşa oluşturma becerisini artırması, doğanın, doğru şartlar sağlandığında, yaşayan sistemlere yardımcı olmasına neden olur. Ve Dünya’da gördüğümüz aynı genel şartların diğer kozmoslarda da yaygın olduğu düşüncesi mevcuttur.
Darwin‘in doğal seleksiyon üzerinden yönetilen evrim teorisi, canlıların zaman içinde nasıl evrim geçirdiklerinden bahsederken, yaşamın ilk nasıl oluştuğundan bahsetmez. England‘ın termodinamik teorisi Darwin‘inkiyle çakışmaz, bununla beraber doğal seleksiyonun da bu genel oluşumun özel bir durumu olduğu konusunda da şüphelidir. Ve evrim bazı rastgele işlemleri işin içine soksa da, yaşamın oluşumunun kendisi bir kaza değil, bir kaçınılmazdır. İşte, Uzaylı Uygarlıklarla ilgi veri bazlı teorilerin, Tabby Yıldızıyla ilgili olan gibi, akla daha çok yatmasının nedeni de bu kaçınılmazlıktır.
England‘ın dağıntının sebep olduğu yaşam teorisinin ne kadar ileri gidebileceğini düşünmek gerçekten de keyifli. Enerji toplama ve geri yaymada en iyi akıllı yaşam olmaz mıydı ve bu nedenle ikinci termodinamik yasasına göre akıllı yaşamın oluşumu çok muhtemel olmaz mıydı? Kesin rakamları hesaplamak zor olsa dahi, kesinlikle insanların daha düşük yaşam formlarından daha fazla enerji harcadığı görülüyor. Hatta uzaylı devasa yapıların varlık ihtimalini yorumlarken bir adım daha ileri gidebilir. Akıllı bir türün enerji toplamak için devasa güneş panelli yapılar kullanması, kompleks sistemlerdeki kargaşanın artma sürecinde doğal bir uzantı olmaz mı?
Bizden teknolojik olarak çok daha ileride başka duygusal varlıkların olduğu düşüncesi merak uyandırıcı olduğu gibi, evrenimizle ilgili yaptığımız gözlemlere göre git gide daha yüksek bir ihtimal oluyor. Böylece, belki bundan sonra kendimize rastgele oluşan bir kaza olarak bakmanın zamanı geçmiştir. Belki çok hayalperestçe, ama ben bunun bizim tarafımızda olan bir evrende yaşadığımız anlamına geldiğine inanmak istiyorum.